16 Kasım 2012 Cuma

Blog 11 / Hesap Makinası

 ''İnsanların hesap makinasına dönüştüğü dünyada...'' cümlesiyle başlayan bir yazısı var İbrahim Tenekeci'nin. Ne kadar da doğru bir tespit. Ki kendisi, kitaplarından birini 'mükemmel olmak yakışmıyor insana' diye imzalamış bir şairdir.

 Evet dönüştük. Bir hesap makinasına hem de! Kaç çocuk yapalım, kaç para kazanalım, kaç kilometreye tatil yapıp kaç para harcayalım, kaç yeni insanla tanışalım, kaç sene sonra emekli olup, kaç ton hasat alalım derken, geçiveriyor güzelim ömrümüz...

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Blog 10 / Kakao

   İşledikleri suçlar, tuttukları takımlar, sevdikleri yemekler, düşman oldukları adamlar ve daha yüzlerce ortak noktası bulunan insanlar, haliyle yapay bir dayanışma içerisindedirler. Pamuk ipliğine bağlı dayanışmalar. Mevcut ortak noktaların sekteye uğraması, dayanışmanın da bozulması anlamına gelir ki; günümüzün gelip geçici dostlukları, hep bu yüzeysel çıkar ortaklıkları üzerine kurulmuştur. Sonu, kocaman bir mutsuzluktur. Bu kadar çok nüfuslu bir mutsuzluk, insanların, bitmek tükenmek bilmeyen bencilliğinden kaynaklanır. Mutsuzluk pastadır; kreması lüks ve eğlence olan, kakaolu bir pasta.

15 Haziran 2012 Cuma

Blog 8 / Ebru...

   Ebru / güzel / kadın / 32 yaşında / eşinden ayrı / hostes / istifa / yeni iş / yönetici asistanı / mutlu / iş gezisi / dönüşte / dört kişi / otomobil  / Antalya Kundu / 120kmh / trafik(iş) kazası / araç pert / tek yaralı / Ebru / koma / ambulans / hastane / ameliyat / omurilikte hasar / yoğun bakım / tedavi / olumsuz / felç / boyundan aşağısı / tazminatı alıp / aile terk / acı / yalnızlık / kimsesizlik / ssk / bakımevi / çile / bağlanan maaş / tedavi / dolandırılma / kiralık ev / yabancı bakıcı / yeni bir hayat / yeni bir başlangıç / güzel / kadın / 40 yaşında...

   Sekiz yılda kaybettikleri : Aile. İş. Arkadaş. Para. Aşk. Sağlık!

7 Haziran 2012 Perşembe

Blog 7 / Önüm Arkam Sağım Solum

   Suret, güzel görünmek ister.
   Hep gülmek...
   Güzel kokmak...
   Gösterişli...
   Alımlı...
   Narin...
   Oysa gerçek ''biz''i gizleyen her suret, koca bir yalandır...

   En büyük yalan, olmak istediğimiz kişiye en yaklaştığımız surette gizlidir. Öfkeler, arzular, kinler, aşklar, korkular, egolar... Gerçek duyulmamalı, bilinmemeli, hatta hissedilmemelidir. Yok gibi olunmalıdır. Suretler ardına gizlenmek; yaşımızın tek rakamlı olduğu yıllardan kalma bir oyundur. Saklambaç...Dik durulur... Baş, iki kol arasına gizlenir...Gözler yumulur... Yalanlar, ''bir''den ''on''a kadar sayılmaya başlar...

31 Mayıs 2012 Perşembe

Blog 6 / Yalan Dünyanın Cenneti

 
   En çekici kostüm yazın giydirilir. Kıyılarına otellerle rimel çekilir. Renk renk spot ışıkları yansıtılır kıştan kalma tenine. Güneş gözlü bir yar, tozpembe bir rüya olur. Yaz güneşi tene dokundu mu, aşık olunmuş demektir. Yerli ya da yabancı her turist, Antalya'ya aşkını, kendi şehrine dönünce anlar. Aşk bir rüyadır. Ve rüyadan uyanmak için, Antalya'yı terk etmek gerekir.

   Yalan dünyanın cennetidir. Ağır makyajlıdır. Güneyi derin dekolte, kuzeyi uzun kolludur. Bu iki yön arasında görünmez bir köprü vardır. Bu yüzden Antalya, en İstanbul şehirdir.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Blog 5 / Aga Bu Kaç Para?



“Ne zaman bisiklet üzerinde bir yetişkin görsem, insanlığa dair umutlarım artar.”
H. G. Wells


   
5/Mola vermiş, ağacın altında soluklanıyordu. Bisikletiyle Türkiye turundaydı. Kendisine çay ikram eden yol üstü lokantasının sahibi, kısa bir geyik muhabbetinin ardından konuya girdi:

  ''Küçükken benimde vardı. Dayım getirmişti Almanya'dan. Mavi. Markası Dino'ydu. Mahallenin en afili bisikletiydi. Büyüdükçe binmez oldum. Apartmanın bodrumunda çürüdü gitti.''

   33 yaşındaydı. Küçük esnaftı. Kısa zamanda köşeyi dönme arzusuyla lokantacılığın yanında sayısal loto uzmanlığı, milli piyango eksperliği, beygir mühendisliği gibi hobiler edinmişti kendine. O buna hobi diyordu. Çünkü hırsla bezenip ihtirasla süslenen planları kamufle etmenin en iyi yolu, bunu karşındakine zevk için yaptığın izlenimini vermekti. En azından o böyle düşünüyordu.

   Karşısındaki tayt giymiş genci kırmak niyetinde olmamasına rağmen harareti konuştukça yükseliyordu. Yol hakkının her koşulda kendisinin olduğunu varsayan, tipik Türk şoförü muzdaripliği… Devam etti:
  
    ''Yanlış anlama, belli bir yaşa gelince binmeyeceksin aga. En nihayetinde tehlikeli. Madem iki tekercisin, al bir akülü, bak keyfine! Tayta da gerek yok! [Tam da bunu söylerken, yüzünü tiksinç bir ifade kaplıyor, farkında olmadan gencin üzerindeki taytı gösteriyordu.]

   Koluna taktığı serçe parmağı kalınlığındaki altın bilekliğini sallayarak devam etti konuşmasına:
   
   ‘’Sağ şerit işgalinden başka bir şey değil şu bisiklet. Beni kesseler binmem… Binemem aga! Konu komşuya madara olamam bu yaştan sonra! Pehlivan Osman’ın torunu bisiklete binmiş, kendini yelliyor dedirtmem! Hele birde kazara tayt giydiğimi duysalar, alimallah aforoz ederler beni! Senin anlayacağın, ben bu şeytan icadına para vermem! Hem… Kaç para ki şimdi bu?’’

   Zaman; finiş çizgisi ölüm olan bir yarışta hız kesmeden yol alan insana, ‘sahip olmak’ ile ‘onlarsız yapamamak’ arasındaki nüansı fark ettiremeyebilir. Bu hızla, hayatın mayhoş tadını almak imkansızlaşır. Bir zaman sonra arabasına, evine, bilgisayarına, ayakkabılarına, gözlüğüne tapmaya başlar. Her birinin bir üst modelinden birer tane daha isterken, eşyaya aşık bir tek hücreliye dönüşüverir. Sonu yoktur. Çıkmaz sokaktır. Halk arasında bu sokağa ‘’Allah Gözünü Doyursun Çıkmazı’’ denir…

   Nüfusu hayli kalabalık olan bu çıkmazın sakinleri, yalnızca ve yalnızca zengin olmak için yaşar. Mülayim biri gibi görünme çabaları, çoğu zaman gözlerindeki dolar işaretlerinin altında ezilir, kaybolur. Kendilerini beğenir, egolarını okşarlar. Çocuklarını kolejde okutma hayalleri kurar, aynı çocukları beş yıldızlı otelde evlendirme hayaliyle de doyuma ulaşırlar. Oysa henüz çocukları bile yoktur. Çocukken leğende yıkanmış bu insanlar, havuzlu evde oturmak isterler. Onlar için dört dörtlük yaşam, dört çarpı dört jipten ibarettir.

   Kimilerinin gözü toktur. Gönlü de. A noktasından B noktasına giden en kısa yol önemli değildir onlar için. Kiminle gittiğinin de önemi yoktur, giderken ne giydiğinin de. Gidebiliyor olmaktır önemli olan. Yolda olmaktır. Sadece severler. Kendilerini severler. İnsanları severler. Doğayı severler. Yaşamı severler. Manevi değerleri yüksektir. Manevi değerler, taşınabilir bağımlılıklardır. Her yere kolaylıkla götürülebilir. Kamyona gerek yoktur, bisikletle taşınabilir. Allah Gözünü Doyursun Çıkmazı, bisiklete binenler için, fotoğraflanıp yola devam edilen puslu bir manzaradan ibarettir.

    Bir yaşam biçimidir bisiklet. Spordur. Özgürlüktür. Ruhtur. Temizdir. Dünyanın en çevreci ulaşım aracıdır. En etkili protesto, en uygar karşı duruştur. Dengedir. İçe dönüş, kendini sorgulayıştır. Düşünmektir. Barıştır. Aşktır. Otomobil bedeni, bisiklet ruhu taşır. Unutulmayan tek fotoğraf, çocukken bisikletle çekilmiş olandır.

   Çıkmaz sokak sakinleri için bisiklete binmek zordur. Çünkü insanı, diğer tüm canlılardan ayıran naif değer yargılarına, asil ahlak kurallarına sahip değildirler.

   Bisikletiyle Türkiye Turu yapan ya da işine bisikletle giden birine sorulması muhtemel yüzlerce soru varken, ilk sordukları soru; bisikletin fiyatıdır. Oysa sağlık ve yakıt masraflarını düşünce, bisiklet bedavaya gelir!

''Sahiden aga bu kaç para?''


< Beğen >

< Takip Et >

18 Mayıs 2012 Cuma

Blog 4 / Uykudan Hemen Önce

Koynuna aldığı pamuklu düşleriyle, zifiri karanlık bir geceye daha uyuyacaktı. O güne kadar sarıldığı her şeyin kollarının arasından yitip gitmiş olmasına aldırmadan, sıkı sıkıya sarıldı yastığına. Görülmeyi bekleyen, biraz beyaz biraz kabus rüyalarına, derin bir selam gönderdi. Hiç bir masal dindirmiyordu kalbindeki at kuyruklu sızıyı. Babasını özlemişti...

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Blog 3 / Kör-düğüm






Yazılmayı bekleyen binlerce kelimeden, kendimize uygun olanı derleyip, kelimelerle ifade edilemeyecek bir paragraf yazabilme sanatıdır aşk.
Yaratılana bakıp, yaradanı görmektir ''yaratılan'' gözlerle.
Göz herkeste vardır, herkes göremez.
Gerçekten görmek için, suretlerin ötesine geçebilmek gerekir.
Çünkü ''gördüğümüz'' ile ''görmemizi istenen'' aynı şeyler değildir...
...
..
.







Ufuk SARIMEHMETOĞLU


10 Mayıs 2012 Perşembe

Blog 2 / Koyu Gri

İki ince balkon demirinin arasından dışarıyı izleyen buğulu gözlerde bıraktık çocukluğumuzu. Ucuna balonlar bağlayıp gökyüzüne saldığımız hayallerdi bizi çocuk yapan. Küçük bez bebeklere can verir, kardeş bellerdik.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Blog 1 / S.O.S.yal Paylaşım

Çok olmadı bu kavram hayatımıza gireli. Ama nasıl bir enerjisi varsa, sarstı hepimizi. Devamlı 'online' olma arzusuyla dolduk taştık. Peki bu güzel imkanı kaçımız 'dozunda' kullanabildi? Kaçımız sınırlarını iyi çizdi? Kendi adıma söyleyeyim; bu kavram bende S.O.S vermeye başladı...
Özgürleştiğimizi sandıkça, ihtiyaçlarımız artıyor; ihtiyaçlarımız arttıkça, bizi özgürleştirdiğini sandığımız şeylerin bağımlısı olmaya başlıyoruz..
Yani aslında özgürleşmiyor, köleleşiyoruz!